Good People of vitruta: Koza Güreli Yazgan
Röportaj: Alara Demirel
Koza Güreli Yazgan, İstanbul’un dokusuyla kişisel tarihini iç içe geçirerek arkeoloji, sanat, mimarlık ve küratöryel pratik arasında sezgisel bir köprü kuruyor.
Ailesinden miras kalan kültürel duyarlılığı, Zeyrek Çinili Hamam gibi çok katmanlı mekânlarda somutlaşan bir düşünceye dönüşüyor: korumak kadar dönüştürmek, anlatmak kadar hissettirmek. Sanatla ilişkisi görmeye değil, görme deneyimini dönüştürmeye dayanıyor—zaman, hafıza ve malzeme arasında incelikli bağlar kuruyor.
Bu söyleşide Koza’nın mekânı okuma biçimine, korumayı bir temsilden çok bir sorumluluk olarak ele alışına ve vitruta’yla kesişen üretim anlayışına yakından bakıyoruz.


Koza, hoş geldin. Hep aynı soruyla başlıyoruz, o yüzden rutini bozmayalım: Seni tanımayanlara kendini nasıl anlatırsın? Koza kimdir? Nasıl başladı, neler yaptı ve şu anda nasıl devam ediyor?
Hoş buldum! İnsanın kendinden bahsetmesi aslında hem çok kolay hem de oldukça zor. Sanırım İstanbul’dan söz etmek kendimi anlatabilmenin en güzel yolu. İstanbulluyum, burada doğdum, büyüdüm ve şimdi de eşim ve çocuklarımla burada yaşıyorum. Benim için çocukluğumdan itibaren burada yaşamış olmak, şehrin katmanlı tarihine tanıklık ettiğim sokaklarda geleceğe dair yakın ilişkiler ve hayaller kurmak demek oldu.
Bu hayallerin başka ülkelerin kültürleri ve yaşayış biçimleri konusunda daha meraklı ve ilgili olmamı, zaman içinde dünyayla ilişkimin farklı kurulmasını da sağladığını görüyorum. Burada biriktirdiğim zihinsel ve düşünsel zenginliğin açtığı ufkun kendim gibi olma yolculuğumda beni kendiliğinden başka bir noktaya taşıdığını düşünüyorum.
Bugün Zeyrek Çinili Hamam’ın Kurucu Direktörü olarak, hem İstanbul’un kültürel mirasıyla olan bağımı derinleştirme hem de bu mirası bugünün yaratıcı ve çağdaş bakış açılarıyla buluşturma imkânı buluyorum. Bu yolculuk, kişisel meraklarımın, ailemden gelen değerlerin ve profesyonel adımlarımın bir birleşimi benim için.
Ailenin kültür ve sanatla iç içe geçmiş yapısı seni nasıl etkiledi? Çocukluğunun geçtiği o 1863 tarihli evde büyümek neleri belirledi?
Kültür ve sanatla ilişkimde ailem gerçekten çok belirleyici oldu. Annem, Bike Gürsel, kültürel miras ve tarihle güçlü bağı olan bir insan; onun bu ilgisi beni de ister istemez bu yönde hep teşvik etti. Babam Ali Güreli ise çok küçük yaşta beni güncel sanatla ve sanat fuarlarıyla tanıştırdı. Başta belki bir nebze farklı görünen bu iki dünyanın aslında birbirini ve beni ne kadar beslediğini şimdi daha iyi görüyorum. Benim için bir ilgi alanı olmanın ötesinde, günlük yaşamımın her anında bu alanın etkisini hissedebiliyorum. İşimin de bu birikimi ortaya koyabilmemi sağladığı için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Çocukluğumun geçtiği ev ise belirttiğin gibi 1863 yılında inşa edilmiş ve bir zamanlar İstanbul’un en geniş kütüphanesine ev sahipliği yapmış. Osmanlı mimarisinin inceliklerini yansıtan bu yuva bize hep ilham verdi, hâlâ da veriyor. Aile olarak bu evi bir sanat eseri gibi görüyoruz; bizden sonrası için onu en iyi şekilde muhafaza etmeye gayret ediyoruz.


Koleksiyoner kelimesini kullanmasan da, sanata duyduğun ilgi ve biriktirme biçimin seni tarif ediyor gibi. Sanatla nasıl bir ilişki kuruyorsun? Kimler var radarında veya topladıkların arasında?
Belirttiğin gibi, kendimi henüz tam anlamıyla bir koleksiyoner olarak görmüyorum. Koleksiyonerliğin çok fazla zaman ve emek isteyen, ciddi bir uğraş olduğunu düşünüyorum. Şiimdilik kendimi “iyi bir sanatsever” olarak değerlendiriyorum.
Sanatla kurduğum ilişki çoğu zaman sezgisel ve duygusal bir yerden başlıyor. Bir eseri ilk gördüğümde hissettiğim bağ, çoğu zaman karar verici oluyor. Eserin arkasındaki düşünceyi, üretim sürecini ve sanatçının yaklaşımını anlamaya çalışmak ise bu ilk etkileşimi daha da derinleştiriyor. Bu yüzden sanatçılarla birebir temas kurmak ve işleri onlardan dinlemek benim için çok kıymetli.
Hamamın açılmasıyla ve burada bir güncel sanat programı oluşturmamızla birlikte benim kişisel sanat yolculuğum da bu temalar etrafında şekillenmeye başladı. Bu mekânın katmanlarıyla, tarihiyle, sosyolojik boyutuyla diyaloğa giren sergiler yapıyoruz; 13 senelik bir restorasyonun içinde bulunmuş birisi olarak bu da beni çok derinden etkiliyor. Dolayısıyla son dönemlerde, hamamla bu şekilde derinden bağ kurmuş sanatçılara yöneldim: Elif Uras, Ahmet Doğu İpek ve Anousha Payne bu sanatçılardan birkaçı.
Zeyrek Çinili Hamam ile yolun nasıl kesişti? Bu yapının alınma kararında ve bugünkü dönüşümünde senin için ne özeldi?
Aile olarak İstanbul’un kültürel mirasının önemli örneklerini korumak ve günümüze taşımak bizim için hep öncelikli oldu. Bu açıdan baktığımızda, Zeyrek Çinili Hamam ilk örnek değil aslında. Daha önce de Esma Sultan Yalısı’nın restorasyonunu üstlenmiştik. Otelcilik sektöründeki 50 yılı aşkın deneyimimizi nasıl başka alanlarda da kullanabileceğimiz üzerinde düşünüyorduk.
Zeyrek Çinili Hamam’ı satın almak, aslında annem Bike Gürsel’in fikri oldu ve 2010 yılında hamamın satın alınmasıyla projenin düşünce aşamasından uygulanmasına kadar tüm tecrübesi, heyecanı ve titizliğiyle sürecin yönetiminde yer aldı. Proje başladığında restorasyonun 3-4 sene içinde tamamlanmasını hedefliyor ve yapının bir hamam olarak işlevini sürdürmesini planlıyorduk.
Ancak hamamın 13 yıla yayılan kazı çalışmaları sırasında bulunan çinilere ek olarak Roma, Bizans, Osmanlı dönemine ait hamamla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili objeler ve Bizans Sarnıçları’nı bulmamız bizi önce bir müze kurma fikrine itti. Ve bu süreçte hamam projesi olarak başlayan serüven; hamam, müze, sarnıçlar ve etkinlik bahçesi ile 3000 m2’ye yayılan bir komplekse dönüştü.
Hamamın satın alınmasıyla başlayan restorasyon sürecine tanıklık etmek, merak ve ilgiyle takip ettiğim bir yolculuğun, içerisinde her gün biraz daha fazla kendimi bulduğum ve onu zamanla doğrudan sahiplendiğim bir yolculuğa dönüşmesini sağladı diyebilirim. Bu sürecin benim için en güzel tarafı, zamana yayılması ve benim her gün artan bir merak ve heyecanla içinde yer almaya devam etmem oldu.
Aslında bu sürede ben de The Marmara Grubu’nun 3. kuşak temsilcisi olarak Türkiye’deki otellerin yanı sıra New York’taki otellerle ilgili stratejik planlamaları yönetiyor ve babam Ali Güreli’nin kurucusu olduğu Contemporary Istanbul’da görev alıyordum. Zeyrek Çinili Hamam’la tanışmamdan hemen sonra New York’ta açtığımız ikinci otelin hamamı ve oradaki deneyim üzerinde çalıştığım bir dönem oldu.
Hayatımdaki birbirinden bağımsız gibi gözüken bu deneyimlerin Zeyrek Çinili Hamam etrafında nasıl örtüşen, birbirini tamamlar bir şekilde birleştiğini gün geçtikçe daha iyi fark ediyorum. Projenin tarihî değeri, bu kapsamda çalıştığımız değerli çalışma arkadaşlarımız ve kurumların yanı sıra benim için en özel taraflarından birisi bu.



13 yıllık bir restorasyon süreci… Zeyrek Çinili Hamam bir yandan kamusal bir alan, bir yandan neredeyse otobiyografik bir sergiye dönüştü. Bu süreci senden dinleyebilir miyiz?
Restorasyon sürecinin 13 yıla yayılmasıyla aslında bir arkeolojik bir kazıya dönüştüğünü söylemek sanırım daha doğru olur. Bu süreçte karşımıza çıkan her yeni bulgu yeni araştırmaların önünü açtı; bitmek bilmeyen sürprizlerle karşılaşırken bu hikâyeyi tamamlama çabasıyla kendimizi durduramayıp hep devam ettik. Kendimizi bu hikâyelerin ve sürprizlerin ardındaki gerçeği ararken bulduk ve bence bu bizim en büyük motivasyonumuz oldu.
Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait, kazı ve özenli belgeleme gerektiren binlerce obje de bu muazzam tarihi önüne geçilemez bir biçimde zenginleştirdi. Mimarlar, çini uzmanları ve tarihçilerden oluşan araştırma ve restorasyon ekibimizin çalışmaları da projeyle ilgili motivasyonumuzu her geçen gün arttırdı. Bugün bizi en çok mutlu eden şey, yapılan özenli restorasyonun hamamın ihtişamını yeniden canlandırarak ortaya koyarken; tarihi özünü de koruduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilmek.
Çok daha kısa sürede bu restorasyonun tamamlanıp yapının sadece bir hamam olarak işlevini sürdürmesini planlarken Zeyrek Çinili Hamam’ın yeniden açılması, bir mimari restorasyon projesinden fazlası hâline geldi. İstanbul’un hamam kültürünü günümüze taşıyan, mekânın katmanlarını ve tarihini bugünün diliyle yeniden yorumlayan bir kültürel dönüşüm sürecinin içinde bulduk kendimizi.
16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından inşa edilen, yüzyıllar boyunca bir arınma, sosyalleşme ve buluşma mekânı olarak yaşamın tam kalbinde yer alan bu yapı, şu an ziyaretçilere bir hamam deneyiminin ötesinde, bölgenin zengin tarihi mirasıyla bağ kurma fırsatı, kültürel bir yolculuk da sunuyor.
Arkeoloji, mimari, sanat—üçü de Zeyrek’te iç içe geçmiş durumda. Bu çok katmanlı yapının küratöryel kararlarını verirken hangi referanslarla ilerledin?
Hamamlar tarih boyunca toplulukların bir araya geldiği, gündelik yaşamın önemli bir parçası olan buluşma mekânlarıydı. Biz de günümüzde bu işlevi sanat aracılığıyla yeniden canlandırmak istedik; hamamı kurgularken onu bugünün insanlarına dokunan, başkalarıyla paylaşılabilen bir aidiyet hissi uyandıran, yaşayan bir mekân olarak hayal ettik.
Bu doğrultuda açılışımızı Healing Ruins adlı, Anlam de Coster küratörlüğünde düzenlenen ve hamam kompleksinin tüm tarihi mekânlarına yayılan bir güncel sanat sergisiyle yaptık. Anlam, bu kültür mirasına duyduğu saygı ve gösterdiği özenle, Mimar Sinan’ın 500 yıl önce inşa ettiği bu başyapıtın mekânsal ve tarihî kimliğini baskılamadan, onunla uyum içinde bir sergi kurguladı. Bu yaklaşım izleyicinin mekânla ve eserlerle kurduğu ilişkiyi derinleştirdi; sergiyi sıradan bir gösterimden çok daha fazlasına dönüştürdü. Sergiye gösterilen yoğun ilgi, bize sanatın bu mekânda gerçekten yaşayan, dönüştürücü bir deneyim yaratabileceğini gösterdi.
Healing Ruins sonrasında hamam ısıtıldı ve yapının orijinal işlevi olan yıkanma ritüeli yeniden hayata geçti. Sarnıcın tarihi dokusu ve fiziksel koşulları sanatsal müdahaleler yapmak açısından zorluklar barındırsa da Zeyrek Çinili Hamam’ın Artistik Direktörü Anlam de Coster’in vizyonuyla birlikte bu alanı yılda iki kez düzenlenecek mekâna özgü güncel sanat sergilerine açmaya karar verdik.
İlkini Mayıs 2025’te Anousha Payne’in Murmurations sergisi ile hayata geçirdik, ikincisini ise bu sonbaharda Fransız sanatçı Juliette Minchin ile hayata geçirmeyi planlıyoruz. Her sergiyle birlikte mekânın ruhunu yeniden keşfediyor, İstanbul’un çok katmanlı tarihini farklı açılardan görme fırsatı yakalıyoruz.

Zeyrek’te kazılar sırasında seni en çok etkileyen ya da neredeyse “dönüştüren” bir an oldu mu?
Hamam’ın yeniden işlevlendirilme sürecinde kuşkusuz en dönüştürücü keşiflerden biri, restorasyon sırasında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait sarnıç oldu. Yüzyıllar boyunca unutulmuş bu alanın, bugün şehrin kültürel hafızasında yeniden yerini alması ve geçmişle bugün arasında bir bağ kurarak büyük kitlelerle buluşabilmesi hakikaten çok kıymetli.
Tabii ki Zeyrek Çinili Hamam’ın alametifarikası olan çinilerden bahsetmeden geçemem bu soruyu… Zeyrek Çinili Hamam, ismini İznik’te özel olarak üretilen ve iç mekânı süsleyen çinilerinden alıyor. Yapılan kazı çalışmalarında 3000’den fazla çini parçası bulduk ve anladık ki burası ilk yapıldığında aslında her yeri çini kaplı olan bir hamammış. 1800’lü yılların sonunda Parisli bir antikacı bölgede yaşanan deprem ve yangınlardan sonra hamamın metruk hale gelmesiyle bu çinileri satın alarak Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki müze ve özel koleksiyonlara satmış. Biz bunların izini sürdüğümüzde şunu fark ettik: hamama ait özel olarak yapılmış 37 farklı çini deseni, 4 farklı form, inanılmaz bir çini programı varmış. Bu sırada Victoria and Albert, British Museum ve Louvre gibi müzelerle işbirliği içerisinde olduk. Onlar olmasaydı şu an müzede gösterebildiğimiz desenlerin hiçbirini aslında bulamayacaktık.
Ancak restorasyon sürecinin ilerlemesiyle, çinilerin olduğu ilk katmana ulaşana kadar, arada bambaşka katmanlar olduğunu da fark ettik. Kazı sırasında ortaya çıkan ya da sıva katmanlarının altında bulunan çeşitli formlardaki mukarnas izleri, farklı dönemlere ait kalem işleri gibi dekoratif unsurların yanı sıra fil gözleri gibi özenle korunmuş ya da uzman gözetiminde yenilenmiş mimari bileşenler, Zeyrek Çinili Hamam'a özgü en güzel detaylar bence. Bunlara ulaşılmış olması da sanat tarihi açısından çok değerli.
İstanbul’a dair kişisel referansların neler? Özellikle üretim ya da ilham açısından seni içine çeken mahalleler, yapılar, ritüeller var mı?
Kendimden bahsetmeye İstanbul’dan başladığımı düşünürsek bu sorunun cevabını size saatlerce verebilirim sanırım! Eski İstanbul; Sirkeci, Eminönü, Balat, Sultanahmet, Kapalıçarşı, Galata, Beyoğlu benim zaman geçirmeyi en çok sevdiğim yerlerden. Küçüklüğümden beri defalarca gezdiğim bu tarihi yerlerde her seferinde keşfedecek yeni detaylar bulmak beni çok heyecanlandırıyor. Kariye ve mozaikleri, Balat sokakları, Zeyrek’teki Pantokrator Kilisesi (Zeyrek Camii) gibi yapılar şu an ilk aklıma gelenler oldu.
Hamamın hemen karşısındaki İMÇ’de de epey vakit geçiriyorum. İMÇ, aslında inşa edildiği zamandan beri sanatla iç içe planlanmış bir yer; Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Kuzgun Acar gibi sanatçıların eserleri bugün hâlâ kamusal alanlarda görülebiliyor.
Günümüzde ise İMALAT-HANE, 5533 ve Non Space gibi önemli girişimlerin yanı sıra, benim de Yönetim Kurulu’nda yer aldığım SAHA Derneği’nin sanatçı, küratör ve yazarlar için etkileşim ve üretim mekânı olarak tasarladığı SAHA Studio da burada konumlanıyor. Yanı başımızda böyle bir kültür-sanat alanının büyüyor olması bana büyük heyecan veriyor.
Bunların yanı sıra İstanbul’un güncel kültür-sanat ortamını, yeni sergileri ve kültürel oluşumları da elbette yakından takip ediyorum.

Kütüphanelerle iç içe büyüyen biri olarak, hangi kitaplar veya yazarlar seni düşünsel olarak yönlendirdi? Neden?
Bir zamanlar İstanbul’un en geniş kütüphanesine ev sahipliği yapmış bir evde büyümek insanın kitaplarla olan ilişkisini elbette çok etkiliyor. Benim için kitaplar hayatımın hep büyük ve anlamlı bir parçası oldu. Ancak Zeyrek Çinili Hamam’ın hayatımıza girmesi ve oradaki araştırma süreciyle beraber doğal olarak araştırmalara ve bu alandaki kaynaklara yöneldiğimi fark ediyorum.
Son yıllarda hamam ve yıkanma kültürü ve İstanbul’un su yapıları gibi konular üzerinde daha çok okuma isteği duyuyorum. Bu istek şüphesiz bunu daha çok insanla paylaşma güdüsü de doğuruyor. Bu süreç hamamdaki ziyaretçilerin ücretsiz olarak deneyimleyebileceği, bu temalar etrafında birleşen bir kitaplık oluşturmamıza da vesile oldu. ZÇH Kitaplık, hamam kompleksine eklediğimiz son fonksiyon; bana yoğun ilham veriyor. Arada sırada ofisten çıkıp kitaplıkta sükûnet bulmak hoşuma gidiyor.
Aile dostumuz, yazar Murathan Mungan’ın pek çok değerli eserinin yanı sıra Hamamname’sini de beni son zamanlarda yeniden okuduğumda daha çok etkileyen bir eser olarak görüyorum. Merak ettiğim düşünür, sanatçı ve tasarımcıların biyografileri de okuma listemde her zaman oluyor.
Bugünün dünyasında “eser biriktirmek” ya da “korumak” gibi eylemleri nasıl konumlandırıyorsun? Sence hala mümkün mü yoksa bu da dönüşmek zorunda mı?
Koleksiyonerlik sadece biriktirmenin ötesine geçerek paylaşmak, erişilebilir kılmak ve sorumluluk almak üzerine kurulu bir kavrama dönüşüyor. Bir eseri edinmenin, onun üretildiği bağlamı anlamak, sanatçısını desteklemek, hikâyesini yaşatmak gibi daha kapsayıcı bir yönü var artık. Kamusal koleksiyonlar, sanatçılarla kurulan daha doğrudan ilişkiler, koleksiyonun bir “sergi alanı” gibi düşünülmesi gibi eğilimler bunu gösteriyor. Dolayısıyla bence sanat koleksiyonerliği de daha şeffaf, daha paylaşımcı, daha sorumlu bir yapıya evriliyor.
Kendi serüvenimde bu yaklaşımı tam olarak hayata geçirebildiğimi söyleyemem. Hayatım boyunca hiç eser satmadım; her biriyle zaman içinde başka bağlar kurduğum yapıtlar, bana farklı dönemlerde farklı duygular hissettirdiler. Belki daha kişisel, daha içe dönük bir tavır bu. Ama bir yandan da biliyorum ki koleksiyonerliğin bugün dönüşmesi, daha açık, daha kolektif bir yapıya evrilmesi gerekiyor. Bu ikilik arasında düşünmeye ve değişen şartlarla beraber rotamı güncellemeye devam ediyorum.

Son olarak, “vitruta” ve “Good People” denince aklına gelenleri bizimle paylaşır mısın? Marka, semt, birey, renk, etkinlik—aklına ne gelirse.
“Good People” denince aklıma ilk olarak Beyoğlu ve Beyoğlu etrafındaki aidiyet hissi geliyor. Bu yapının içerisinde hem estetik ve tasarımın hem de hayata dair belirli bir yaklaşım ve özenin var olduğunu düşünüyorum.
Burada bir araya gelen insanlarla kendi üretim süreçleri, dünyaya, sanat ve tasarıma olan bakış açıları üzerinden konuşarak kendimizi her defasında daha da ufuk açıcı hâline gelen bir alan içinde buluyoruz bence. vitruta’dan alışveriş yapmayı tabii ki seviyorum; zamansız, sade ve cool–VEJA’larım her zaman kurtarıcı ayakkabılarım. ☺ Aynı zamanda vitruta for good platformunu da takdirle takip ediyorum. Go vitruta!
Koza Güreli Yazgan'ın çekimde kullandığı ve seçtiği ürünler için buraya tıklayabilirsiniz.