Good People of vitruta: İnanç Gülfidan
Good People of vitruta'nın yeni üyesi İnanç Gülfidan! İnanç’la vitruta’dan çok öncelerine kadar giden bir dostluğumuz var. Bu süre zarfında çok yakın arkadaşımız olması dışında başkan, girişimci, kurucu ortak, DJ, uzman, danışman; tüm ünvanlarla hayatımızdaydı! Bitmez tükenmez pozitifliği ile –nazar değmesin- her zaman bizi besleyen İnanç’tan bir süredir vitruta'dan nasibini alarak çok farklı işlere imza atar oldu. Arka planında kendisinin de olduğu Good People’a bir gün gireceğini biliyorduk, işte o gün bugünmüş! İnanç’la Pera’da buluştuk, Melis’in seçtiklerini giyip Ayça’yla çekimini gerçekleştirdikten sonra ise Taproom’da oturup sohbet ettik. :) Hepinize keyifli okumalar!
İnanç Good People of vitruta’ya hoş geldin! Önce klasik soruyla başlayalım: İnanç Gülfidan kimdir? Nasıl başladı, nasıl devam ediyor, neler yapıyor?
Selamlar, hoş buldum! Öncelike uzun zamandır parçası gibi hissettiğim bu harika topluluğun artık resmi olarak da üyesi olduğum için çok mutluyum. 1984 yılında, ayrıldıktan sonra bir daha hiç gitmediğim Burdur’da doğdum. Babamın işi sebebiyle henüz iki yaşımdayken taşındığımız Konya Meram’da, meyve ağaçlarının tepesinde, kocaman bir bahçede geçti çocukluğum. Ortaokul ve liseyi Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’nde okuduktan sonra İTÜ’den mezun oldum. Winterfest, bahar şenlikleri gibi eğlenceli etkinliklerin operasyonunda edindiğim tecrübeyle 2010 yılında bir etkinlik ajansının kurucu ortağı olarak girişimcilik dünyasına adım attım. Beş yıl sonra The Others marka deneyim ajansının, son olarak da espor tesisleri açtığımız girişimimiz FDR’nin kurucu ortaklığını yaptım. İki yıldır da marka deneyimi ve etkinlik danışmanlığı yapıyorum. vitruta’nın iletişimine yön vermek ve etkinliklerini planlamak bugüne kadar en çok keyif aldığım işlerin başında geliyor diyebilirim.
İlk sorum bence yakın arkadaşlarımızın bir türlü inanamadığı o pozitif kalma halinle ilgili olsun. Bu ülkede nasıl başarıyorsun umutlu, pozitif ve motivasyon dolu kalmayı?
Psikolog yazar arkadaşım Miray Şaşıoğlu’nun kitapları sayesinde tanıştığım Geştalt yaklaşımına ve karma felsefesine ilgi duyuyorum. Pozitif düşünmenin ve üretmenin farkındalığımızı artırdığına ve özümüze dönerek kendimizle kucaklaşmanın bütünü tam olarak görebilmemizi sağladığına inanıyorum. Hayal kurmayı çok seviyorum. Bir şeyler okurken, yürürken, müzik dinlerken, uykuya dalarken hep düşlüyorum. Önce düş kuruyoruz, ardından kararlar alıyoruz, adımlar atıyoruz ve hayallerimizin gerçekleşmesini umut ediyoruz. Başarısız oluyoruz, tekrar deniyoruz, bazen başarısızlıklarımız defalarca tekrarlanıyor ama her umut bir yolculuk ve nerede biterse bitsin, her yolculuk başlı başına farklı bir deneyim.
Aristo, umudu uyanık insanların rüyası olarak betimler. Bazen rüyada olduğunu anlarsın, uyanacağını bilsen de keyif alırsın ya o rüyadan, umut da böyle benim için. Tüm kazanımlar umutla elde edilse de en büyük kazanımın umutla yol almak olduğunu düşünüyorum. Hayata pozitif bakmak ve motivasyonunu yüksek tutmak da umut dolu olmanın doğal bonusları bence.
İTÜ’lü bir İnşaat Mühendisi olarak kendi alanına hiç girmeden her zaman kreatif, yenilikçi işlerin içinde kalman nasıl gelişti peki? Yol mu oraya götürdü, yoksa sen mi yolu öyle kurdun?
İTÜ’de çok keyifli bir kampüs hayatı yaşadım. Bu hareketli ve sosyal kampüs ortamı, mühendislik yerine daha eğlenceli bir mesleğe yönelmeme vesile oldu. Önce etkinlik sektörüyle tanıştım ve öğrenciyken bile birçok festivalde görev aldım. Bu deneyim öyle tatlı geldi ki, mühendislik yapmayacağımı düşünmeme rağmen dört yılda biten lisans eğitimimi aynı fakültede yüksek lisans yaparak sürdürdüm. Yüksek lisans, kampüs hayatına devam ederek etkinlik sektöründe tecrübe kazanmamın anahtarı oldu. Görev aldığım festivallerde sponsor markaların beklentilerinin daha iyi karşılanabileceğine inanmamla birlikte de girişimciliğe ve ajans dünyasına adım attım. Büyük markalarla çalışma fırsatım oldu ki bunun da yolu yaratıcı ve yenilikçi projeler üretmekten geçiyordu. Mühendislik yapmayacağımı üniversitenin ilk yıllarında hissetsem de öğrencilik hayatımdaki etkinlik tecrübelerim beni bu günlere getirdi diyebilirim.
Aslında buradan ilk sektörüne gelebiliriz ama sektöre değil artık siyasi partilerin dahi vaatleri arasına giren festival konusuna girmek istiyorum. En unutulmaz festivallerden biriydi Rock’n Coke ve senin kurucu ortağı olduğun şirket o dönem tüm üniversite iletişimini yürütüyordu. Çok yaşlı da hissettirmek istemiyorum seni ama tam vitruta’lık bir konu: Bize o son Rock’n Coke’u anlatsana İnanç! :) O günlere dönüp baktığında geride bıraktığımız yılları, bugünü ve geleceğimizi nasıl görüyorsun
Rock’n Coke’un bende çok özel bir yeri var. Defalarca katıldığım bir festivalin mutfağına girmek, unutamayacağım bir deneyimdi. Son iki Rock’n Coke’u iliklerime kadar hissettim. :) Günlerce çadırda kalarak festival deneyimini kesintisiz yaşamak ve yaşatmaya çalışmak gerçekten çok keyifliydi. Her seferinde biraz daha büyüyen Rock’n Coke’un son senesinde beş farklı sahnede onlarca müzik grubu ve onbinlerce katılımcı müthiş bir enerji oluşturmuştu. Hatta bu sahnelerden biri amatör üniversite gruplarına ve DJ’lere ayrılmıştı. Üniversitelerden seçtiğimiz amatör müzisyenlerin bir kısmının şimdilerde profesyonel olarak müzik hayatlarına devam ettiğini görmek bambaşka bir mutluluk.
Markalar tarafından organize edilen, kar odaklı olmayan One Love ve Rock’n Coke gibi festivaller, kaşesi yüksek birçok müzik grubunu uygun bilet fiyatlarıyla aynı hafta sonunda dinlememize olanak tanıyordu. Artan kurlar, belirsizlikler ve yasaklar markaların bu tarz etkinliklere yatırım yapmasını zorlaştırdı. Böyle büyük festivallerin organizasyonu için en az altı aylık yoğun bir çaba, ciddi bir planlama ve büyük bir yatırım gerekiyor. Son One Love’ın da son gün iptal olmasıyla birlikte markalar bu riskleri almak yerine pazarlama iletişimlerini değiştirmeyi tercih etti. Böyle zengin içerikli etkinlikleri eski sıklıkta göremesek de İstanbul bir sanat ve festival şehri. Özlemini çektiğimiz o günlere dönmeye başladığımızı hissediyorum, umutluyum. :)
Müziğe olan ilgin de o dönem mi başladı? Geçtiğimiz senelerde yaz aylarında Kargıcak Bay’de sıkça kabine geçtin; 2016’dan beri de profesyonel olarak olduğun alanlardan biri müzik. Müziğin hayatındaki yerini dinleyelim isterim senden.
Aslında müziğe çocukluktan beri çok ilgiliydim. Doğum günü partilerinde kasetçaların başından ayrılmayan ve sevdiği şarkılarla doldurduğu kasetleri arkadaşlarına hediye eden, yetişkinlere de satan bir çocuktum. Sonrasında CD’ler, dijital arşivler derken birçok arkadaş ortamında müziği kontrol ederken buldum kendimi. Etkinlik sektörüyle tanışınca DJ’liğe merak saldım ve zamanının en önemli elektronik müzik mekanlarından Indigo’da bir arkadaşımızın doğum günü kutlamasında ilk defa setup başına geçtim. 2010’lu yılların ortalarına doğru, on yılımın her kışını geçirdiğim Uludağ’da Kenan Doğulu, Hadise, Tom Novy ve Burak Yeter gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşma şansını yakaladım. Aramızda kalsın, bu şans aslında organize ettiğimiz festivallerde kendime geçtiğim bir kıyaktı. :) Taps Bebek'te iyice piştikten sonra Kargıcak Bay’de resident DJ’lik de olmak üzere profesyonel seviyede birçok deneyimim oldu. Pandemide sokağa çıkma yasağının uygulandığı hafta sonlarında evimden canlı yayın açarak saatlerce çalmak ve kilitli evlere misafir olmak da çok özel bir deneyimdi benim için. İrili ufaklı her performansın ayrı bir tadı var damağımda. Müziğin birleştirici gücüyle kalabalıkların enerjisini paylaşmak müthiş bir haz.
Bu aslında Türkiye’de iş dünyasında çok rastladığımız bir şey değil. Bir taraftan toplantılar, call’lar, excel sheetler, marka strateji sunumları; bir taraftan DJ olarak performans göstermek. Bu aradaki uçurumu nasıl dengeliyorsun?
DJ’lik, hayatımın hiçbir döneminde ana geçim kaynağım olmadı. Bu açıdan kendimi yarı profesyonel olarak görüyorum. Uzun yıllar boyunca birbirinden farklı birçok sahnede edindiğim tecrübeyle profesyonelleşmiş olsam da hala amatör bir ruhla yaklaşıyorum DJ’liğe. Arşiv oluşturmak ve sürekli kendini güncellemek çok emek isteyen konular gibi görünse de, müzik hayatımda hep olduğu için bu bir mesai gibi gelmiyor bana. İşlerimin yoğunluğuna göre birkaç ay çalmadığım dönemler de oldu, haftanın altı günü müziğimi paylaştığım zamanlar da. Önceliklerimin farkında olarak akışına bırakmayı seviyorum hayatı. Bu akış su gibi yolunu buluyor, kendi dengesini yaratıyor.
Yaklaşık 30 yılını İstanbul’da geçirmiş biri olarak sana İstanbul’da yapmaktan en keyif aldığın 3 şeyi soracağım.
İstanbul’da en çok keyif aldığım aktivitelerin başında oğlumla dışarıda vakit geçirmek geliyor. Sokaklarda yürümek, sahilde takılmak, bisikletle turlamak ve köpekleri olan dostlarımızla sosyalleşmek oğluma da bana da çok iyi geliyor. Evden her çıkışımızda farklı bir rota çizmeye çalışıyoruz. Bu sayede ben de şehri daha çok deneyimleme şansını yakalıyorum.
Gençliğimden beri birçok yaşanmışlığı ve unutamayacağım güzellikte anıları barındıran Beyoğlu’nda, özellikle de Pera’da vakit geçirmenin bendeki yeri ayrı. İstanbul’un genelinde bir şehir dokusundan bahsetmek artık mümkün olmasa da Pera gibi mimari dokunun korunabildiği yerlerde yürümek bile çok keyifli. Comedus, Aheste, Taproomx, Klein Garten, Soho House ve tabi ki vitruta Space favori mekanlarım.
İstanbul’un kaosunu yaşamayı ve kalabalık etkinliklere katılmayı da seviyorum. Dünyanın en büyük metropollerinden birinde yaşamanın sunduğu bol alternatifli eğlence hayatı ve sosyal ortamlar son dönemde erozyona uğrasa da hala keyifli. Önemli elektronik müzik etkinliklerini sıkı takip ediyorum ve kaçırmamaya çalışıyorum.
Son soru bizimle ilgili. :) vitruta'da en sevdiğin 3 marka?
Korktuğum soru geldi tabi ki en sonda. :) Benim gibi eşyalarla bağ kurmayı seven biri için hiç kolay değil bu sorunun cevabı. İlk göz ağrılarım Fjällräven ve Rains’in yanına eklenen çok marka oldu ama geçtiğimiz yıldan beri yanımdan neredeyse hiç ayırmadığım 24 Bottles favori markalarım arasındaki yerini aldı.
Stylingini Melis Güven'in yaptığı ve İnanç Gülfidan'ın çekimde kullandığı ve seçtiği ürünler için buraya tıklayabilirsiniz.