Good People of vitruta: Yasemin Bahloul Nirun

Röportaj: Alara Demirel

Yasemin Bahloul Nirun, gazetecilikten podcast’e, sahneden müziğe uzanan üretimlerinde hep aynı sorunun peşinden gidiyor: Kadınların kendine ait bir odası gerçekten var mı?
Kanal D Ana Haber’de başlayan muhabirlik yıllarından Londra’daki yaratıcı topluluklara, mikrofonun arkasından sahne ışıklarının altına uzanan bu yolculukta, Yasemin hem medyanın hem de kendi sesinin türlü hâllerini dönüştürmeyi seçti. Kendine Ait Bir Oda adlı podcast’i ve üretim atölyeleriyle, farklı kadın+ hikâyelerini bir araya getiriyor; bir yandan da müzikle, yazıyla, oyunla kendine ait dili kurmaya devam ediyor.
Bu sohbette Yasemin’in sezgisel adımlarına, entelektüel sezgilere ve duygusal zekâya dayanan üretim biçimlerine yakından bakıyoruz. Kimi zaman bir şarkıdan, kimi zaman bir tiyatro metninden ilham alan bu yolculukta, vitruta’nın çağrıştırdığı en net şey, ona göre, tam da bu: kalbiyle düşünen ve yol açan bir topluluk hissi.

Yasemin, hoş geldin. Hep aynı soruyla başlıyoruz, o yüzden rutini bozmayalım: Seni tanımayanlara kendini nasıl anlatırsın? Yasemin kimdir? Nasıl başladı, neler yaptı ve şu anda nasıl devam ediyor?

Selam! Ben çok genç yaşta, 20’lerimin başında aktif olarak haber muhabirliği yapmaya başladım. Kanal D Ana Haber’de ekonomiden kültür sanata ve esas olarak dış haberlere uzanan bir alan karışımım vardı. Sokağın tozunu 5 yıl yuttuktan sonra kısa bir kurumsal tecrübem oldu ve en sonunda sanatsal çalışmalarıma ağırlık vermek için işi bıraktım. O günden beri medyadaki işlerimi freelance yönetiyorum ya da kendim yapımcı koltuğuna geçiyorum.

Kendime müzik, yazarlık, oyunculuk alanlarında çok yoğun eğitim süreçleri hediye edip kendimi keşfettiğim birkaç yıldan sonra şu anki düzenimde 4 yıldır yaptığım Kendine Ait Bir Oda üzerinden birçok kadın+ ile buluştuğum farklı disiplinlerden beslenen bir podcastim ve yaratıcılık atölyelerim, etkinliklerim var.

Bir yandan da akademik olarak medya sosyolojisi çalışıyorum. Medya dışında kendi şarkılarımı yazıp besteleyip seslendiriyorum. Daha önce canlı sahne aldığım, müzikallerde oynadığım dönemler olsa da kendi müziğimle öne çıkmak henüz cesur olmayı yeni öğrendiğim bir alan; 3 şarkım Spotify’da, 2 tane daha bu yaz sonuna kadar çıkacak.

Özetle kendi inançlarıma ve değerlerime uygun olduğu sürece üretmeye çabalayan, özellikle kadınların üretmesinin önündeki engellerin toplumsal olduğuna inanan ve bununla bir derdi olan biriyim. Ve 3 yıldır Londra’da kızım, eşim, köpeğim ve kedimle yaşıyorum!

Gazetecilikten podcast’e, yazıdan müziğe birçok alanda üretim yaptın. Kendini tanımlarken bu çok parçalı hali nasıl düşünüyorsun—birbirine eklemlenen mi, çatışan mı, sezgisel mi?

Yaptığım her şey temelde bana dayanıyor ve benden çıkıyor. Eğer benim içimde bir bütün olabiliyorlarsa dışarıya da anlamlı bir şekilde yansıyabilirler diye düşünüyorum. Başlangıçta bu çok yönlülüğü bir kötülük olarak görüyordum şimdi sahiplenmeyi öğreniyorum.

Bir süredir Londra’da yaşıyorsun ama Türkiye’yle bağın kopmadı. Bu iki şehir sende nasıl bir karşılık buluyor? Hangi yönlerini farklı şekillerde besliyorlar?

Londra benim için hala keşfetmekte olduğum bir özgürlük alanı; Türkiye bana çok “Yapılamaz,” “Bu olmaz,” “Bu çalışmaz,” mantığını öğretti. Bu beni yordu ama şimdi büyük resmi daha iyi gördüğüme inanıyorum. Türkiye’de “Olmaz!” dediklerimiz toplumsal yansımamızın çok iyi bir fotoğrafını sunuyor bunu Londra’da “olabilenlerle” beraber okuyunca “Türkiye’deki değerleri nasıl oldururuz?” sorusuna özellikle kültür sanat alanında üreterek cevap bulmak en büyük heyecanım.

Astrolojiyle ilgilendiğini de biliyoruz. Bu alan senin hayatına nasıl dokunuyor? Günlük ritimlerinde ya da yaratım süreçlerinde etkisi oluyor mu?


Astroloji benim için hayatın bir dili. Gazetelerdeki veya sosyal medyadaki 12 burç mantığı pazarlandığı için ve daha çok sattığı için o biliniyor, eleştiriliyor ama gerçek astroloji bundan çok uzak. Benim için hiçbir şey mutlak değil, yani astrolojiye göre yaşamıyorum ama onu hayatı anlamlandırmak için kullandığım dillerden biri olarak alet kutumda tutuyorum.

Tiyatro var bir de tabii! Annie Ernaux uyarlamaları, sezon oyunları… Bu kadar yoğun programlar arasında neleri nasıl takip ediyorsun?

Sanatçının Yolu kitabının bir önermesi Sanatçı Buluşması yapmaktır. Her hafta kendinle sadece kendinle 1-2 saat geçirdiğin bir aktivite yapmanı gerektirir. Yıllardır bende alışkanlık oldu ya sinemaya ya tiyatroya giderim kendimle her hafta… Bunu yapamadığımda eksik hissediyorum sanki kendimle muhabbetim azalmış gibi.

Tiyatro benim kendimi en iyi anladığım ve anlattığım dil. Oyun yazmak ise en çok geliştirmeyi sevdiğim kasım; o yüzden çok da iyi bir izleyici olmaya çabalıyorum ama tabii bu ömürlük bir hayal; yol çok uzun.

Konuyu kapatamadım: Yeni sezon Londra tiyatro sahnesinden takip ettiğin ya da heyecanla beklediğin bir oyun var mı? Bize bir “öneri listesi” çıkar mı?

Çıkar tabii! İlk aklıma gelenleri yazıyorum:
1. Billy Porter’ın ilk yönettiği oyun olan This Bitter Earth (Soho Theatre’da, Temmuz sonuna kadar.)
2. Every Brilliant Thing. Ambika Mod’un oynadığını merak ediyorum özellikle (Soho Place’te, Ağustos-Eylül arası.)
3. The Importance of Being Earnest. (National Theatre’da, Eylül’de.)
4. Girl from the North Country, Bob Dylan ilhamlı bir müzikal. (Ağustos başına kadar Harold Pinter Theatre’da, Ağustos sonuna kadar 5. Giant’ta.)

Kendine Ait Bir Oda podcast’inde konuklarını nasıl seçiyorsun? Bu kürasyonun önceliklendirdikleri nedir?

Ataerkil sistemin tuzaklarından o veya bu şekilde çıkabilme cesaretini göstermiş insanları davet ediyorum. Üretme süreçlerimizin, kendimizi gerçekleştirmenin temelinde toplumsal normlarla o veya bu şekilde yüzleşmenin olduğuna inanıyorum.

Bir anlatıcı olarak seni en çok etkileyen medya ya da edebiyat figürü kim? Hangi anlatı ya da karakter sende kalıcı iz bıraktı?

Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sını ilk okuduğumda o kadar büyük bir farkındalık yaşamıştım ki podcast’in ismine, biçimine kitap karar verdi aslında… Beni benden iyi anlatan, üstelik bunun sadece bana ait bir sorun olmadığını kavratan bir makaleydi.

Üretmek isteyen herkesin karşı karşıya gelmesi, yüzleşmesi gereken kısa ama çok güçlü bir metinler bütünü Kendine Ait Bir Oda. Ve Woolf’un dünyası, Orlando’daki cesareti bana her anlamda dokunmaya devam ediyor. Kendi cesur kaslarımın büyük bir kısmını oradan alıyorum.

Zamanla hangi medyumda kendini en rahat hissetmeye başladın—yazı, ses, sahne? Yoksa bu alanlar birbirine mi karışıyor artık?

Ben kendimi anlatmakta her zaman rahat edebilen bir yapıdaydım. Biçim değişse de o benim için içimde bir güç kaynağı gibi; tuşa bastığım an kendiliğinden açılıyor. Hepsinde rahatım ama tiyatro oyunu ve dizi senaryosu form olarak beni en zorlayan, dolayısıyla en çok üzerine gittiğim iki form… Öyle de olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

Yaratıcı tıkanıklık anlarında kendine nasıl alan açarsın? Seni kendine döndüren bir ritüelin var mı?

Sabah sayfaları yazarım, elime gitarımı alıp şarkı söylerim, eyleme geçerim.

Medyada, hem içerik hem de biçim olarak seni en çok şaşırtan şey ne oldu bu işe başladığından beri?

İnsanların entelektüel görünümlü içeriklere gerçekten entelektüel olan içeriklerden daha çok önem vermesi hâlâ şaşırtmaya devam ediyor. Kürk Mantolu Madonna’yı okumak değil de onu okurken görülmek kültürü medyanın her alanında içerik olarak da beliriyor.

Son olarak, “vitruta” ve “Good People” denince aklına gelenleri bizimle paylaşır mısın? Marka, semt, birey, renk, etkinlik—aklına ne gelirse.

Gerçekten de “iyi insanlar” geliyor aklıma. Herkesin kendi olmasına izin verecek kadar kalbi geniş, neyin nerede olması gerektiğini bilecek kadar zeki…