Fikret Kuşadalı ile WeEatLove ve İskandinavya

Fikret Kuşadalı ile WeEatLove ve İskandinavya - vitruta

WeEatLove‘ın mimarı Fikret Kuşadalı’yla kendisi ve vitruta ile ortak noktası olan İskandinavya hakkında konuştuk.

Fikret Kuşadalı ile WeEatLove

-Bize WeEatLove’ın hikayesini anlatabilir misin?

Bunun için biraz öğrencilik hayatıma dönmem gerekiyor. İstanbul’a Mimarlık Fakültesindeki eğitimime başlamak için taşınsam da her zaman mutfak ile ilgili bir iş yapacağımı biliyordum. Mutfağa ilk adımımı daha boyum tezgaha bile yetişmezken attığım için bir şeylerin beni mutfağa çekeceğine emindim. Bir çiftlikte büyümenin, evimizin terasından incir dallarına uzanabilmenin, tüm tarımsal / hayvansal üretimin parçası olabilmemin beni bugün olduğum insan yapan temel şeyler olduğunu düşünüyorum. Böyle bir çocukluk geçirdikten sonra, İstanbul’daki birçok şey size fazlasıyla yapay geliyor. Sizin için erişmesi çok kolay olan malzemelerin değerini daha çok anlıyorsunuz, aslında bu bile mutfağa yönelmeniz için yeterli bir sebep.

İstanbul büyük bir şehir, bunun bir dezavantajı olarak iyi malzemelere erişim zor. Mutfağa olan ilgim aslında bu sebeple büyüdü. Ama gerçekten bir mutfakta nasıl çalışabilirim? Bu konuda bir fikrim de yoktu. Bu süre boyunca üniversitede aldığım dersler ve tanıştığım insanların da yardımıyla fotoğraf ve video üretimi konusunda kendimi geliştirdim. Yaptığım yemekleri, girdiğim mutfakları fotoğraflayarak hikayeler oluşturmaya başladım. Birkaç bağımsız yayın için işlerimi genişletme fırsatım oldu. Bu dönemde Kein Magazine, Matchup Mag, Klokmag, Callingmag, Bizzarre, Orta Format gibi yayınlarda işlerim yayınlandı. Bu dönem fotoğrafçılık adına beni geliştiren bir dönem oldu. Buradan elde ettiğim momentumu mutfağa yönelttim ve kendimi, biraz da tesadüfen, bir bakery’de çalışırken buldum. Büyük ölçüde deneysel bir mutfak olması, her gün bir çok yeni tarif deniyor olmamız sayesinde hızlıca ilerledim. Bir yandan burada yaptığım üretimleri de we.eatlove üzerinden arşivlemeye, fotoğraflamaya, denediğim tarifleri insanlarla paylaşmaya devam ettim. 5-6 yıl öncesinden bahsediyorum, bu dönemde sosyal medyanın da bir anda yükselişe geçmesiyle, Instagram benim için çok verimli bir iletişim ağına dönüştü. Çalıştığım yerlerde tanıştığım insanlar takipçi kitlemin büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Ben mutfak değiştirdikçe onlar da beni takip edip çalıştığım yerlere gelmeye devam ettiler. Bu seneleri genelde artisan pasta ve ekşi maya ekmek üzerine üretim yapan küçük fırınlarda çalışarak geçirdim.

Mutfakta çalışıyorsanız işiniz tüm hayatınız olur. Boş bir gününüz olamaz, en azından benim için öyleydi. 3-4 gün mutfaktan hiç (gerçekten hiç) çıkmadığım dönemler oldu. Bu süre zarfında bloguma ve Instagram’a içerik üretmeyi durdurmuştum. Ancak bir süre sonra bu çalışma biçiminin beni yeterince beslemediğini anladım. Sürekli yeni tarifler denemeniz gerekiyor, şehirde üretilen yeni şeyleri tatmanız, araştırmanız ve en önemlisi seyahat etmeniz gerek. Bir mutfakta büyük sorumluluklarla çalışırken bunu yapmak kolay değil. Bu sebeple üretimlerimi kendi mutfağımdan yapmaya karar verdim. Ve we.eatlove deneysel üretimler yapan aynı zamanda catering hizmeti veren bir mutfağa dönüştü. Bu sürecin de tamamen planlamadan, kendiliğinden geliştiğini söylemem şart.

Bu değişimin en büyük artısı artık ürettiğim işleri insanlara anlatmak için bolca zamanımın olması. Daha çok fotoğraf çektim, arkadaşlarım için yemek yaptım, tanımadığım insanları bir araya getirip yemekler pişirdim. Daha çok insan ile tanıştım. Ve daha önemlisi uzun süre sonra tekrar seyahat etme şansı buldum. Mutfağa adım attıktan sonra beni en çok etkileyen kültür İskandinavya olmuştu. Bu nedenle seyahat ettiğim ilk yer Norveç oldu. Devamında İsveç ve Danimarkayı da ziyaret etme şansı buldum. Kariyerimin bana en çok ilham veren dönemi bu zamanlar oldu diyebilirim.

-vitruta’nın sosyal medya, cafe, mağaza içi görsel düzenleme gibi farklı iş dallarında danışmanlığını yapıyorsun. Aslında bu da senin we.eatlove’da yakaladığın çeşitliliğin bir göstergesi diyebilir miyiz?

Aslında tüm hayatımda etkisi olan bir durum. Mimarlık Fakültesinde aşırı interdisipliner bir eğitimden geçiyorsunuz. Etrafınızda birçok farklı alanda kendini geliştirmiş, alanında uzmanlaşmış insanlarla çalışıyorsunuz. Bu insanlardan etkilenmemek mümkün değil. Bunun bir sonucu olarak siz de farklı iş alanlarında aynı anda kendinizi geliştirmiş oluyorsunuz. Bu açıdan bakınca vitruta kariyerimde ilk defa farklı yeteneklerimi bir arada kullanabildiğim ve kendimi gerçekten rahat hissettiğim bir iş ortamı oldu benim için. We.eatlove’da baştan aşağı kendi kendime ürettiğim bir iş olduğu için, orada da bu çeşitlilik beni mutlu ediyor.

-Senin İskandinavya’ya apayrı bir tutkun var. Bu tutku nereden geliyor ve seni nasıl etkiliyor?

Seyahatlerim hayatımın her alanında oldukça etkili oluyor. Gittiğim yerlerde deneyimlediğim mekanlar ve genel olarak farklı kültürler ile tanışmak herhalde herkes için çok etkileyicidir. En azından benim için öyle. Yemek stilistliği açısından da baktığım zaman, yabancı olduğunuz bir kültürden insanlarla beraber bir sofra etrafında buluşmanın size öğreteceği çok şey oluyor. Bu sebeple seyahatlerimde her zaman lokal insanlarla beraber vakit geçirebileceğim planlar yapmaya çalışıyorum. Aynı zamanda her toplum yaşadığı coğrafyayı bambaşka şekilde gözlemliyor, bu farklılıklarla karşılaştıktan sonra günlük hayatınıza döndüğünüzde aslında siz de kendinizdeki değişimleri farketmeye başlıyorsunuz. Bu süreç bana çok heyecanlı geliyor. Seyahatten döndükten sonra aslında kendimdeki değişimleri gördüğümü ve ilham aldığımı söyleyebilirim özetle.

Seyahat ettiğim yerlerin arasında beni en çok etkileyen ve en sık seyahat ettiğim bölge, İskandinavya. Kopenhag ve Stockholm, tasarım anlamında etkileyici şehirler. Aynı zamanda İskandinav şehirlerini genel olarak huzurlu buluyorum diyebilirim, hava durumu bazen yanıltıcı olsa da. Ancak İskandinavya tutkumun daha çok mutfaktaki deneyimlerimden sonra oluştuğunu söylemem gerek. Genel olarak tasarım, mimari gibi alanlarda da çok popüler oldular, İskandinav tasarımlarıyla hayran bırakan deneyimler elde etmeniz mümkün. Ama benim için bir Kakuleli Çörek bile fazlasıyla yeterli oldu. Geçtiğimiz sene kısa bir süre Kopenhag’da bir fırında çalışma fırsatım oldu, bu da benim için çok önemli bir deneyimdi. Hayran kaldığım çörekleri yerinde öğrenmek paha biçilemez.

Genel olarak yeme-içme alışkanlıkları, özellikle Fika kültürü. Fika aynı zamanda vitruta’nın kafe kısmını tasarlarken de bize en büyük ilham oldu. Fika, basitçe açıklamak gerekirse öğünler arası tüketilen ufak atıştırmalığa verilen isim. Ancak bir tanımdan da öte bir kültür, İsveçlilerin kahve içmeyi ve ufak atıştırmalıkları ne kadar çok sevdiğini kolayca anlayabilirsiniz buradan. Günlük hayatımızdaki koşuşturmacalardan hepimizin zaman zaman biraz uzaklaşması gerekebiliyor. Fika bunun için harika bir yöntem!

-Geçtiğimiz haftalarda Danimarka ve İzlanda’ya 10 gün süren bir seyahat gerçekleştirdin. Eminiz ki anlatacak çok şeyin vardır ama önce Kopenhag’ı soralım dilersen; nasıldı? 🙂 ve “vitruta’yı sevenler bunları da kesin sever” dediğin neler/nereler vardı?

Kopenhag’da sonsuz sayıda, her biri birbirinden etkileyici tasarım dükkan mevcut. O yüzden vitruta sevenler için tam bir cennet diyebilirim. Frama, Legends, Acne Studios & Acne Archive, Hay Design House, Boii Store başlıca sevdiğimiz dükkanlar. İstanbul’da ürünlerini bulamadığımız dükkanları da ziyaret etme şansımız oldu. Bu alandaki çeşitliliği ile Kopenhag çok ilham verici. Aynı zamanda Norrebro tarafında, arka sokaklardaki küçük eskicilerde de çok ilginç şeyler bulmak mümkün. Biz dönerken bavullarımızı buralardan doldurduk.

Yeme İçme anlamında önereceğim yerler Atelier September’da kahvaltı, Coffee Collective’de kahve (özellikle kahveli kombucha kesinlikle denenmeli), Uzak Doğu mutfağını sevenler için Slurp Ramen Joint ya da İtalyan mutfağı için ise Baest iyi yemek alternatifleri. Şehrin her tarafında güzel bira içilecek yerler var. Avrupanın geneline göre pahalı olmasına rağmen, Kopenhag’da insanlar yeme-içme için dışarıya çıkmayı seviyor. Bu sebeple alternatifler de oldukça fazla ve lezzetsiz birşey bulmak neredeyse çok zor. Her mahallesinde en az 1 tane çok iyi bir bakery bulunuyor. Ben genelde hepsini ziyaret ediyorum. Hart Bageri, The Juno Bakery & Democratif Coffee Bar en iyi üç seçenek diyebilirim.

Bunların dışında Louisiana Museum of Modern Art ya da şehrin merkezindeki SMK Museum, Botanik bahçeyi ziyaret edip, sakin bir gün geçirmek de oldukça keyifli oluyor.

-İzlanda için nasıl bir rota izledin?

Kopenhag’da birkaç gün geçirdikten sonra İzlanda’ya geçtik. İzlanda’ya gitmeden önce herkesin verdiği tavsiye: ‘Araba kiralayın, adayı kendiniz keşfedin!’ oldu.

Ancak biz araba kiralayamadık, hem de hava şartları pek güvenilir olmadığı için bize pek mümkün gözükmedi doğrusu. Bu sebeple adanın özellikle güney bölgesini farklı turlarla 3 gün boyunca gezerek geçirdik. Toplamda 6 gün Reykjavik’te konakladık, ağırlıklı olarak başkente yakın yerleri görmek istediğimiz için bizim için oldukça rahat oldu.

-İzlanda’ya dair aklında en çok kalan şey ne oldu?

İzlanda gerçekten dünya üzerindeki hiçbir yere benzemiyor. Ben İskandinavya’ya çok daha fazla benzeyeceğini düşünüyordum, Reykjavik mimari açıdan biraz Norveç’i andırsa da aslında çok farklı. Adanın toplam nüfusundan (350.000) ve koyun nüfusunun daha fazla olmasından da tahmin edileceği üzere, şehir çok küçük. Yeni yeni turizm burada ekonomide yerini sağlamlaştırmış, bu sebeple Reykjavik’te baştan aşağı bir değişim olduğunu hissedebiliyorsunuz. Adaya hemen hemen her şey dışarıdan getirildiği için yeme içme alternatifleri çok kısıtlı, ve Kopenhag kadar lezzetli seçenekler yok. Ama yine de kesinlikle denenmesi gereken şeyleri denedik. Bunlar da Rotten Shark (fermente köpekbalığı) ya da Harðifiskur (kurutulmuş balık cipsi) gibi bir daha asla yemek istemeyeceğiniz şeyler.

Seyahat ederken yeme-içme odaklı gezmeye alışmış insanlar için, kendinize hatırlatın: İzlanda’ya aslında yeme-içme için değil, doğasını keşfetmek amacıyla geldiniz.

Adada bir çok aktif volkan bulunduğundan dolayı ada topografyası oldukça etkileyici. Volkanik patlamalar sebebiyle kumsallar bildiğimizden baya farklı, özellikle adanın güneyi bu siyah kumsalları ile çevrili. Bunun dışında glacier, geysir, lagoon gibi farklı oluşumları ziyaret etme şansımız oldu. Adadaki bir çok enerji, ısıtma, elektrik, aslında bu yer altı sıcak su kaynaklarından sağlanıyor. Yer yer bu sıcak su kaynaklarının oluşturduğu havuzlarda yüzmek hayatımdaki en etkileyici şeylerden biri oldu. Biz en eski olanlardan birini ziyaret ettik: Secret Lagoon.