Good People of vitruta: Anlam Arslanoğlu de Coster
Good People of vitruta’nın yeni üyesi Anlam Arslanoğlu de Coster. Anlam’la Nisan ayında vitruta ve Soli’nin ev sahipliğini yaptığı Aheste’deki yemekte tanışmıştık. Daha sonra da görüşme, sohbet etme şansımız oldu ve Pera ile başlayan dostluğumuzu yine Pera’da yaptığımız bir çekimle ve hemen ardından yaptığımız keyifli röportajla taçlandırdık. Siz de çok keyif alırsınız umarım!
Anlam hoş geldin Good People of vitruta’ya! İlk sorumuz hep aynı: Anlam Arslanoğlu de Coster kimdir? Nasıl başladı, nasıl devam ediyor, neler yapıyor?
Hoş bulduk! Davetin için çok teşekkürler. Bu soruyu varoluşsal bir bunalıma sürüklenmeden yanıtlayabilir miyim bilmiyorum – hangi soyadımı kullanacağım ya da mesleğimi nasıl tarif edeceğim bile meçhul ama deneyeceğim. :) Anlam Arslanoğlu de Coster 38 yaşında bir sanat danışmanı. Son 15 senedir Paris, Londra, İstanbul ekseninde pek çok farklı sanat ve tasarım kurumuyla çalışmış, bir ayağı Yay’da kalmış bir Oğlak kadını. Yaptığı işe sanat dünyasının İsviçre çakısı olmak da denebilir. Üç yaşında İda isimli bir kızı var. Antik Akdeniz & Yakın Doğu medeniyetleri ve takı tutkunu.
Londra’da yaşadığı son beş senede dünyanın en önemli online sanat platformu Artsy’nin sanat fuarları ile ortaklıklarını yönetti. Sanat ve tasarım alanında uzmanlaşan Reiber PR’da müzeler, fuarlar, müzayedeler ve galerilerin küresel iletişim kampanyalarını yürüttü. NOMAD ve FIAC fuarlarının danışmanlığını yaptı. Ballon Rouge’un ilk Paris sergisinin küratörlüğünü üstlendi, yazılar yazdı. Artık Galata’da yaşıyor ve İKSV’nin 50. yılı kapsamında Christie’s ile Londra’da gerçekleşecek heyecan verici bir müzayede ile Paris’te iki farklı proje üzerinde çalışıyor.
Peki sanat alanına nasıl yöneldin? Ne zaman fark ettin bu alanın senin için en doğrusu olduğunu?
Sayende geriye dönüp düşününce, çocukluğumdan beri sanatın farklı dalları ile arkeolojiye meraklıydım ama bunu bir kariyere dönüştürebileceğim fikrini bana orta okuldaki Fransız hocalarım verdi. Çok idealist ve genç bir öğretmen ekibi Ankara Tevfik Fikret Lisesi’nde buluşmuştu ve bizi felsefe, sinema, edebiyat, sanat ve müzikle tanıştırdılar. Komik bir anı ama Fransızca Tiyatro Kulübü’nde Beckett oynayıp en iyi oyuncu ödülünü kazandım, okulun uluslararası bir tiyatro festivali kurmasında rol aldım ve sanatla ilgili bir şey yapmam gerektiğini hep biliyordum. Yine de sosyal baskılara yenik düşerek üniversitede ekonomi okudum. Kaderimin sanat alanında çalışmak olduğuna ikna olmam ve ailemi ikna edebilmem için Erasmus’a Sorbonne’a gitmeyi beklemem gerekti. Hayatımı değiştiren bir İKSV stajını takiben master’ımı Sciences Po Paris’te sanat yönetimi alanında yaptım. O gün bugündür de hayatımı işime adadım diyebilirim.
Peki sanatı global anlamda çok yakından takip edip içinde olan biri olarak sende en çok iz bırakmış beş müzeyi sorabilir miyiz?
Dünyada kendimi en mutlu ve ait hissettiğim yerler müzeler, dolayısıyla seçim yapmak zor ama duygusal kıstaslarla seçmem gerekirse ilk sırada Paris’te benim de bir dönem çalıştığım Musée des Arts Décoratifs’e bağlı olan Nissim de Camondo Müzesi gelir. Camondo ailesi ve müzesiyle ilgili pek çok kitap var ama meraklısına Edmund De Waal’ın Letters to Camondo kitabını tavsiye ederim.
İkinci sırada öğrencilik yıllarımda ilk büyük projemi yaptığım ve kulislerinde Avrupa’nın farklı sanat okullarından öğrencilerle unutulmaz anlar yaşadığım Centre Pompidou var. Daha sonra da Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında düzenlediğimiz Sarkis sergisinde birlikte çalıştığım Centre Pompidou, modern ve güncel sanat ile deneysel müziği bana öğreten asıl okul oldu diyebilirim.
Üçüncü sırada Roma’yı başlı başına bir açık müze sayabiliriz: Roma’daki Etrüsk Müzesi, Galleria Nazionale d'Arte Moderna e Contemporane ve Villa Borghese de kalbimde çok özel yeri olan üç müze.
Bu liste uzar gider ama Kopenhag’daki Louisiana, Atina’daki Cycladic Art Museum ve Basel’deki Kunstmuseum en huzur bulduğum müzeler. Uzun zamandır senografisinden en etkilendiğim müze ise alışılagelmiş coğrafi anlatıyı kıran ve objeler etrafında evrensel yeni bir sanat tarihi yazan Louvre Abu Dhabi oldu.
Sanata ilgi duyan İstanbullu bir sanatsevere tam da Bienal senesindeyken bu sonbahar için neler önerirsin?
Eylül ayı İstanbul’da hayli heyecanlı geçecek. Uluslararası sanat dünyası uzun bir aradan sonra İstanbul Bienali için şehrimizde buluşacak. Meşher ve Abdülmecit Efendi Köşkü’nde Selen Ansen küratörlüğünde açılacak sergileri kaçırmayın derim. The Pill’de Özlem Altın ve Öktem Aykut’ta Renée Levi sergilerini sabırsızlıkla bekliyorum. Ayrıca Taner Ceylan’in Mehmet Emin Ağa Yalısı’nda gerçekleşecek sergisini çok merak ediyorum.
Peki tam benlik bir soru olacak bu ama –bu gibi oyun sorularımla bilinirim :) - vitruta bir insan olsa sence hangi sanatçıları çok beğenir, yakından takip ederdi?
vitruta bir insan olsa bence hem zihne hem göze hitap eden; yenilikçi ama bir yandan da sağlam ve tutarlı bir duruşu olan sanatçıları beğenirdi. Gözlerimi kapatınca ilk aklıma gelenler Hayal Pozantı, Marion Verboom, Louisa Gagliardi, Ellen Pil, Claire Trotignon.
Bir taraftan seninle tanışmamızı sağlayan Soli’yi de selamlayarak Pera ve sanat üzerine neler söylemek istersin diye sormak istedim. Ne olursa olsun pek çok şey kopsa da sanat kopamıyor sanki Beyoğlu’ndan?
Tarihi olarak İstanbul’da sanatın ve gece hayatının kalbi hep Pera’da atagelmiş. Şehrin ve uzak diyarlardan gelen misafirlerinin aykırı karakterlerine kucak açan hep Pera olmuş. Her ne kadar artık eski sanat kitlesi Beyoğlu’na daha az uğrasa da hala şehrin en önemli sanat kurumları ve galerileri Beyoğlu ve etrafındaki aksta yer alıyor ve her şeye rağmen bu geleneği yaşatıyor. Dirimart bu hafta Meşrutiyet Caddesi’nde yeni bir galeri açacağını müjdeledi. Yeni kitapçılar açılıyor. Umudum o ki İBB Miras’ın restore ederek yeniden işlevlendirdiği binalar da bu ivmeyi destekleyecek ve sanatın kalbi güçlenerek Pera’da atmaya devam edecek.
Son olarak sana en beğendiğin vitruta markalarını sorarak bitirelim. :)
vitruta’da bağımsız markalar keşfetmek çok keyifli, örneğin geçenlerde sizin sayenizde tanıştığım Flame Game’in Sunday Game mumu harika bir sürpriz oldu. İstanbullu markalar içinde vazgeçemediklerim yaratıcılarını da çok sevdiğim Lar Studio ve A Hidden Bee. vitruta’nın alamet-i farikası yabancı markalara gelince – iflah olmaz bir Rains bağımlılığım var, özellikle çantaları hayatımı kurtarıyor. Ayrıca sonbaharda kavuşmak için sabırsızlandığım spor ayakkabılarım – Converse, Vans ve Veja – da vitruta’dan.